Haftanın Kitapları: 18.04.2011

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Aleksandr Soljenitsin

İvan Denisoviç’in Bir Günü

çev. Mehmet Özgül

İletişim Yayınları, 2011, 157 s.

1939-1945 yılları arasında Sovyet ordusunda görev alan Aleksandr Soljenitsin, II. Dünya Savaşına da yüzbaşı rütbesiyle katılır. Ancak cephedeyken yazdığı mektuplardaki Stalin karşıtı görüşleri nedeniyle tutuklanıp hapis cezasına çarptırılır. Öncelikle Moskova yakınlarındaki bir cezaevine konulan Soljenitsin, sonrasında Kazakistan’a, siyasal tutuklular için özel olarak düzenlenmiş bir kampa nakledilir. Bu kamptan da “istenmeyen kişi” ilan edilerek sürgüne yollanır. İletişim Yayınlarının geçtiğimiz günlerde yeni basımını yaptığı İvan Denisoviç’in Bir Günü kitabının yazar bilgisi bölümünden Soljenitsin’e dair edindiğimiz bu biyografik bilgiler, romanın çıkış noktasını da gösteriyor aynı zamanda. Hapishaneden farksız bir çalışma kampındaki yaşam mücadelesini, daha doğrusu oradaki bir günü okuyoruz. Bu çalışma kampına adeta havadan sudan sebeplerle mahkûm edilenler, esirler için karın tokluğu bile sağlamayan yiyecekler ve kıyafetlerinin yetersizliği bir yana, havanın sıfırın altında otuz derecelerde seyrettiği koşullara direnmenin tek yolu çalışmaktır: “Önce burada çukurlar açıp direk dikmek, sonra kendi çevrelerine dikenli tel çekmek gerekiyordu. En sonra da site kurulacaktı. Kısacası bir ay süreyle ayazda kavrulacaklardı, sığınacakları tek çatı altı yoktu. Ateş yakmaya gelince, odunu nerden bulacaklardı ki? Tek kurtuluş yolu durmadan çalışmaktı.”

Charles Dickens

Edwin Drood’un Gizemi

çev. Işıl Aydın

İmge Kitabevi Yayınları, 2011, 421 s.

Edwin Drood’un Gizemi, üç yönüyle albenisi olan bir roman. Her şeyden önce bir Charles Dickens romanı. İkinci özelliği, uzmanlar tarafından klasik anlamda ilk “gerçek” polisiye roman olarak kabul edilmesi ve belki de en ilgi çekici yönü de sonu olmayan, yarım kalmış bir polisiye olması. Dickens’ın hayatını kaybetmesiyle bitirmeye fırsat bulamadağı Edwin Drood’un Gizemi etrafındaki gizem haresi hiçbir zaman yok olmayacak gibi görünüyor: “Edwin Drood’un Gizemi’nin yarım kalmış olması kitabı gerçek bir gizem haline getirdi. Aradan geçen bir buçuk asır boyunca kitap hakkındaki tartışmalar hiç hız kesmeden günümüze kadar sürdü. Farklı yazarlar tarafından yazılan ‘devam’ metinlerinin sadece tanınmış olanları bile 150’den fazladır.” 

Elliot Engel

Oscar Nasıl Wilde Oldu?

çev. Zeynep Avcı

Sel Yayıncılık, 2011, 290 s.

Aralarında Shakespeare, Jane Austen, Edgar Allan Poe, Charles Dickens, Oscar Wilde, Hemingway gibi isimlerin de bulunduğu ve toplamda on dokuz edebiyatçının “okulda öğrenemediğimiz yaşamları”nı sunacağını iddia etmiş Elliot Engel Oscar Nasıl Wilde Oldu? isimli kitabında. Farklı alanlarda öne çıkmış isimlerin az bilinen yönleriyle ilgili, onları daha kapsamlı ya da tek tek de ele alan çok sayıda benzer kitap saymak mümkün; ama sayısı ne kadar çok olursa olsun, ünlü kişiliklerin yaşamlarına dair ayrıntılar her zaman için ilgi çekici olmuştur. “Amerika’nın son yıllarda yetiştirdiği en etkileyici İngilizce edebiyat uzmanlarından biri” olarak nitelendirilen Elliot Engel’in, ağırlıkla uzmanlık alanına dahil olan –XIX. yüzyılda doğmuş– edebiyatçıların yaşamlarındaki olguları, anekdotları ve bazı olayların içyüzlerini gözler önüne serdiği bu kitabı da, aynı ilgiyle karşılanacaktır; özellikle de kitaptaki isimleri kendilerine yakın hissedenler tarafından.

Louis William Flaccus

Sanatçılar ve Düşünürler

çev. Orhan Düz

Kapı Yayınları, 2011, 181 s.

Maeterlinck, Wagner, Rodin, Hegel, Tolstoy ve Nietzsche’yi bir araya getirenin ne olduğu sorusu ister istemez insanın aklına takılıyor. Flaccus da kitaptaki makalelerinin her birinin aslında kendi başına da değerlendirilebileceğini belirtmiş, ama aynı zamanda, zayıf da olsa makaleler arasında bir bağlantı olduğunu söylüyor. Asıl meselesinin de şu olduğunu vurgulamış: “Asıl konumuz sanat ile felsefe arasındaki etkileşim, sanatçıdaki düşünürün ve düşünürdeki sanatçının izini sürmektir. Mesele en genel hatlarıyla şöyle ortaya konulabilir; sanatçı aslında bir düşünür, düşünür de bir sanatçı mıdır?” İşte Louis William Flaccus, ilk bakışta felsefe ile sanat arasında azmış gibi görünen ortak noktaları, kitabın başında sorduğu bu sorudan yola çıkarak cevaplamaya çalışıyor. Aslında yazar söz konusu isimler arasındaki değil, daha çok bu isimlerin münferit olarak, eserlerindeki ya da düşüncelerindeki sanat-felsefe birlikteliğini gözler önüne sermek istemiş.

Sadık Göksu

Kırkambar

(Ahilik Ansiklopedisi)

Uranus Yayınları, 2011, 672 s.

Ahi Evran tarafından XII. yüzyıl sonlarında kurulduğu söylenen Ahilik, bilindiği gibi, özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde günümüzün esnaf odalarına benzer bir işleve sahipti. Somut anlamda meslek yaşamıyla ilgili çeşitli düzenlemeleri de içermekle birlikte bir düşünce yapısını, felsefeyi de içinde barındırıyordu. Sadık Göksu’nun kitabında da bu yöne ağırlık verildiği söylenebilir. Her ne kadar bir “ansiklopedi” olarak tanımlanmışsa da, ahilikle ilgili belirli kavramların maddeler halinde, alfabetik sıra gözetilerek sıralanıp açıklandığı bir düzeni yok kitabın; kitaba bu şekilde göz atmak isteyenler için son sayfalardaki “dizin” bölümü yararlı olacaktır. Açıkçası böylesi hacimli bir çalışmayı kısa süre içerisinde hakkıyla incelemek mümkün değil, o yüzden, en azından konuyla ilgilenenlere yönelik olarak böyle bir kitabın yayımlandığını haber vermiş olalım buradan.

Alfred Sohn-Rethel

Zihin Emeği

Kol Emeği

çev. Ayşe Deniz Temiz

Metis Yayınları, 2011, 217 s.

Alfred Sohn-Rethel, Zihin Emeği Kol Emeği adlı incelemesinde kısaca, Marksçı anlamdaki altyapı-üstyapı ilişkisini ele alıyor ya da diğer bir deyişle, teknolojik ilerleyişle birlikte kafa ile kol emeği arasında meydana gelen bölünmenin köklerini ortaya sermeyi amaçlamış. Marksist kuramın günümüz dinamikleri daha iyi anlayabilmek adına genişletilmesi gerektiğine dair bir inançtan hareket edilerek kaleme alınan bu çalışmanın sorduğu sorulardan birkaçı şöyle: “İnsan emeğini gittikçe daha fazla ikame eden bir teknolojinin toplumsal ve iktisadi sonuçları nelerdir?”, “Bu teknoloji zihinsel emek ile kol emeği arasındaki uçurumu genişletir mi yoksa kapatır mı?”, “Modern teknoloji sınıf karşısında nötr müdür?”, “Modern bilim sınıfsal bir önyargı taşır mı?”

Joachim Hirsch

Materyalist Devlet Teorisi

çev. Levent Bakaç

Alan Yayıncılık, 2011, 264 s.

Öncelikle sosyal bilimlerde hakkında bir uzlaşma sağlanamamış gibi görünen “devlet” kavramı üzerinde duruyor yazar; devletten ne anlaşılması gerektiği konusunda bir görüş birliğinin olmadığının altını özellikle çizmiş Joachim Hirsch. Bu “giriş” bölümünün ardından, asıl meselesi olan materyalist devlet teorisine ana hatlarını açıklayarak başlamış yazar. Kitaptaki diğer bölüm başlıkları da şöyle: “Toplum ve Devletin Düzenlenme Süreçleri”, “Devlet, Dünya Sistemi ve Emperyalizm” ve “Teorik Sonuçlar ve Politik Perspektifler”. (Yazarın, çalışmalarının bir derlemesini ortaya koyan bu kitap dışında, güncel teorik analizlerini links-netz.de internet adresinden takip etmek mümkün, ancak bunun için Almanca bilmek gerekiyor; görebildiğim kadarıyla, sitede yazıların en azından İngilizceleri mevcut değil.)